Ölmeden Önce Okunması Gereken Unutulmaz Şiirler 3
BÖYLE BİR SEVMEK
ne kadınlar
sevdim zaten yoktular
yağmur
giyerlerdi sonbaharla bir
azıcık
okşasam sanki çocuktular
bıraksam
korkudan gözleri sislenir
ne kadınlar
sevdim zaten yoktular
böyle bir
sevmek görülmemiştir
hayır
sanmayın ki beni unuttular
hala arasıra
mektupları gelir
gerçek
değildiler birer umuttular
eski bir
şarkğ belki bir şiir
ne kadınlar
sevdim zaten yoktular
böyle bir
sevmek görülmemiştir
yalnızlıklarımda
elimden tuttular
uzak
fısıltıları içimi ürpertir
sanki
gökyüzünde bir buluttular
nereye
kayboldular şimdi kimbilir
ne kadınlar
sevdim zaten yoktular
böyle bir
sevmek görülmemiştir.
ATTİLA İLHAN
TAHİRLE ZÜHRE MESELESİ
tahir olmak
de ayıp değil zühre olmak da
hatta sevda
yüzünden ölmek de ayıp değil,
bütün is
tahirle zühre olabilmekte
yani
yürekte.
mesela bir
barikatta dövüşerek
mesela kuzey
kutbuna keşfe giderken
mesela
denerken damarlarında bir serumu
ölmek ayıp
olur mu?
tahir olmak
da ayıp değil zühre olmak da
hatta sevda
yüzünden ölmek de ayıp değil.
seversin
dünyayı doludizgin
ama o bunu
farkında değildir
ayrılmak
istemezsin dünyadan
ama o senden
ayrılacak
yani sen
elmayı seviyorsun diye
elmanın da
seni sevmesi şart mi?
yani tahiri
zühre sevmeseydi artık
yahut hiç
sevmeseydi
tahir ne
kaybederdi tahirliginden?
tahir olmak
da ayıp değil zühre olmak da
hatta sevda
yüzünden ölmek de ayıp değil.
NAZIM HİKMET
MUTLULUĞUN RESMİ
sen
mutluluğun resmini yapabilir misin abidin?
işin
kolayına kaçmadan ama
gül yanaklı
bebesini emziren melek yüzlü anneciğin resmini değil
ne de ak
örtüde elmaların
ne de
akvaryumda su kabarcıklarının arasında dolaşan kırmızı balığınkini
sen
mutluluğun resmini yapabilir misin abidin?
1961 yazı
ortalarındaki küba’nın resmini yapabilir misin?
çok şükür
çok şükür bugünü de gördüm
ölsem gam
yemem gayrının resmini yapabilir misin üstad?
NAZIM HİKMET
YAŞAMAYA DAİR (1-2-3)
Yaşamak
şakaya gelmez,
büyük bir
ciddiyetle yaşayacaksın
bir sincap
gibi mesela,
yani,
yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden,
yani bütün
işin gücün yaşamak olacak.
Yaşamayı
ciddiye alacaksın,
yani o
derecede, öylesine ki,
mesela,
kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda,
yahut
kocaman gözlüklerin,
beyaz
gömleğinle bir laboratuarda
insanlar
için ölebileceksin,
hem de
yüzünü bile görmediğin insanlar için,
hem de hiç
kimse seni buna zorlamamışken,
hem de en
güzel en gerçek şeyin
yaşamak
olduğunu bildiğin halde.
Yani,
öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,
yetmişinde
bile, mesela, zeytin dikeceksin,
hem de öyle
çocuklara falan kalır diye değil,
ölmekten
korktuğun halde ölüme inanmadığın için,
yaşamak yanı
ağır bastığından.
1947
2
Diyelim ki,
ağır ameliyatlık hastayız,
yani, beyaz
masadan,
bir daha
kalkmamak ihtimali de var.
Duymamak
mümkün değilse de biraz erken gitmenin kederini
biz yine de
güleceğiz anlatılan Bektaşi fıkrasına,
hava
yağmurlu mu, diye bakacağız pencereden,
yahut da
sabırsızlıkla bekleyeceğiz
en son ajans
haberlerini.
Diyelim ki,
dövüşülmeye değer bir şeyler için,
diyelim ki,
cephedeyiz.
Daha orda
ilk hücumda, daha o gün
yüzükoyun
kapaklanıp ölmek de mümkün.
Tuhaf bir
hınçla bileceğiz bunu,
fakat yine
de çıldırasıya merak edeceğiz
belki
yıllarca sürecek olan savaşın sonunu.
Diyelim ki
hapisteyiz,
yaşımız da
elliye yakın,
daha da on
sekiz sene olsun açılmasına demir kapının.
Yine de
dışarıyla birlikte yaşayacağız,
insanları,
hayvanları, kavgası ve rüzgarıyla
yani,
duvarın ardındaki dışarıyla.
Yani, nasıl
ve nerede olursak olalım
hiç
ölünmeyecekmiş gibi yaşanacak…
1948
3
Bu dünya
soğuyacak,
yıldızların
arasında bir yıldız,
hem de en
ufacıklarından,
mavi
kadifede bir yaldız zerresi yani,
yani bu
koskocaman dünyamız.
Bu dünya
soğuyacak günün birinde,
hatta bir
buz yığını
yahut ölü
bir bulut gibi de değil,
boş bir
ceviz gibi yuvarlanacak
zifiri
karanlıkta uçsuz bucaksız.
Şimdiden
çekilecek acısı bunun,
duyulacak mahzunluğu
şimdiden.
Böylesine
sevilecek bu dünya
‘Yaşadım’
diyebilmen için…
1948
NAZIM HİKMET
BENİ KÖR KUYULARDA
Beni kör
kuyularda merdivensiz bıraktın,
Denizler
ortasında bak yelkensiz bıraktın,
Öylesine
yıktın ki bütün inançlarımı;
Beni bensiz bıraktın;
beni sensiz bıraktın.
ÜMİT YAŞAR OĞUZCAN
BİLİR MİSİN
Tam sınırdan
kaçarken vurulmak nedir bilir misin?
Nöbetçiler
ha gördü, ha görecek
Parmaklarının
ucu dikenli tellere değdi değecek…
Ama… Bir
adım daha atamazsın.
Uzanıp
tutamazsın;
Göz pınarlarında
donup kalır hayallerin
Planların,
kaçışın, kurtuluşun
Ve deler
sevgi dolu yüreğini
Sevgi
bilmeyen bir kurşun.
Bir okyanus
da boğulmak nedir bilir misin?
Batan bir
gemiye el sallayamamak,
Oturup
ağlayamamak,
Birkaç kulaç
ötedeki
Bir tahta
parçasını tutamamak,
Nedir bilir
misin?
Sevmek nedir
bilir misin?
Bir şeyler
tutuşur yüreğinde kıpır kıpır
Bütün
benliğini sarar, ısıtır.
Her gülüşte
yeniden doğarsın
Ve bin kere
ölürsün her iç çekişte
Nasıl
anlatsam bilmem ki.
Yani
‘sevmek’ işte.
Duymak nedir
bilir misin?
Duymak, ama
anlatamamak
Çemberini
kıramamak kelimelerin.
Tam dilinin
ucuna gelmişken söyleyememek
‘Seviyorum’
diyememek
Yani ölümü
yaşamak nedir bilir misin?
ÜMİT YAŞAR OĞUZCAN
BİRGÜN ANLARSIN
Uykuların
kaçar geceleri, bir türlü sabah olmayı bilmez.
Dikilir
gözlerin tavanda bir noktaya,
Deli eden
bir uğultudur başlar kulaklarında
Ne çarşaf
halden anlar ne yastık.
Girmez
pencerelerden beklediğin o aydınlık.
Onun
unutamadığın hayali,
Sigaradan
derin bir nefes çekmişçesine dolar içine.
Kapanır
yatağına çaresizliğine ağlarsın.
Sevmek ne
imiş bir gün anlarsın.
Bir gün
anlarsın aslında her şeyin boş olduğunu.
Şerefin,
faziletin, iyiliğin, güzelliğin.
Gün gelir de
sesini bir kerecik duyabilmek için,
Vurursun
başını soğuk taş duvarlara.
Büyür
gitgide incinmişliğin kırılmışlığın.
Duyarsın,
Ta derinden
acısını, çaresiz kalmışlığın.
Sevmek ne
imiş bir gün anlarsın.
Bir gün
anlarsın ne işe yaradığını ellerinin.
Niçin
yaratıldığını.
Bu iğrenç
dünyaya neden geldiğini.
Uzun uzun
seyredersin aynalarda güzelliğini.
Boşuna geçip
giden günlerine yanarsın.
Dolar
gözlerin, için burkulur.
Sevmek ne
imiş bir gün anlarsın.
Bir gün
anlarsın tadını sevilen dudakların.
Sevilen
gözlerin erişilmezliğini.
O hiç
beklenmeyen saat geldi mi?
Düşer
saçların önüne, ama bembeyaz.
Uzanır,
gökyüzüne ellerin.
Ama çaresiz,
Ama yorgun,
Ama bitkin.
Bir zaman
geçmiş günlerin hayaline dalarsın.
Sonra
dizilir birbiri ardına gerçekler, acı.
Sevmek ne
imiş bir gün anlarsın.
Bir gün
anlarsın hayal kurmayı;
Beklemeyi,
ümit etmeyi.
Bir kirli gömlek
gibi çıkarıp atasın gelir
Bütün
vücudunu saran o korkunç geceyi.
Lanet
edersin yaşadığına…
Maziden ne
kalmışsa yırtar atarsın.
O zaman bir
çiçek büyür kabrimde, kendiliğinden.
Seni
sevdiğimi işte o gün anlarsın.
ÜMİT YAŞAR OĞUZCAN
ANLADIM
Bunca zaman
bana anlatmaya çalıştığını,kendimi bulduğumda
anladım.
Herkesin
mutlu olmak için başka bir yolu varmış,
Kendi yolumu
çizdiğimde anladım.
Bir tek
yaşanarak öğrenilirmiş hayat, okuyarak,dinleyerek
değil..
Bildiklerini
bana neden anlatmadığını, anladım..
Yüreğinde
aşk olmadan geçen hergün kayıpmış,
Aşk peşinden
neden yalınayak koştuğunu anladım…
Acı doruğa
ulaştığında gözyaşı gelmezmiş gözlerden,
Neden hiç
ağlamadığını anladım..
Ağlayanı
güldürebilmek,ağlayanla ağlamaktan daha değerliymiş,
Gözyaşımı
kahkaya çevirdiğinde anladım..
Bir insanı
herhangi biri kırabilir, ama bir tek en çok
sevdiği
acıtabilirmiş,
Çok
acıttığında anladım..
Fakat,hakedermiş
sevilen onun için dökülen her damla
gözyaşını,
Gözyaşlarıyla
birlikte sevinçler terkettiğinde anladım..
Yalan
söylememek değil, gerçeği gizlememekmiş marifet,
Yüreğini
elime koyduğunda anladım..
”Sana
ihtiyacım var, gel ! ” diyebilmekmiş güçlü olmak,
Sana ”git”
dediğimde anladım..
Biri sana
”git” dediğinde, ”kalmak istiyorum”
diyebilmekmiş
sevmek,
Git dediklerinde
gittiğimde anladım..
Sana sevgim
şımarık bir çocukmuş,her düştüğünde zırıl
zırıl
ağlayan,
Büyüyüp bana
sımsıkı sarıldığında anladım…
Özür dilemek
değil, ”affet beni” diye haykırmak
istemekmiş
pişman
olmak,
Gerçekten
pişman olduğumda anladım..
Ve gurur,
kaybedenlerin,acizlerin maskesiymiş,
Sevgi dolu
yüreklerin gururu olmazmış,
Yüreğimde
sevgi bulduğumda anladım..
Ölürcesine
isteyen,beklemez,sadece umut edermiş bir gün
affedilmeyi,
Beni
afetmeni ölürcesine istediğimde anladım..
Sevgi
emekmiş,
Emek ise
vazgeçmeyecek kadar, ama özgür bırakacak kadar
sevmekmiş…
Can yüceL
Her Şey Sende Gizli
Yerin seni
çektiği kadar ağırsın
Kanatların
çırpındığı kadar hafif..
Kalbinin
attığı kadar canlısın
Gözlerinin
uzağı gördüğü kadar genç…
Sevdiklerin
kadar iyisin
Nefret
ettiklerin kadar kötü..
Ne renk
olursa olsun kaşın gözün
Karşındakinin
gördüğüdür rengin..
Yaşadıklarını
kar sayma:
Yaşadığın
kadar yakınsın sonuna;
Ne kadar
yaşarsan yaşa,
Sevdiğin
kadardır ömrün..
Gülebildiğin
kadar mutlusun
Üzülme bil
ki ağladığın kadar güleceksin
Sakın bitti
sanma her şeyi,
Sevdiğin
kadar sevileceksin.
Güneşin
doğuşundadır doğanın sana verdiği değer
Ve
karşındakine değer verdiğin kadar insansın
Bir gün
yalan söyleyeceksen eğer
Bırak
karşındaki sana güvendiği kadar inansın.
Ay ışığındadır
sevgiliye duyulan hasret
Ve sevgiline
hasret kaldığın kadar ona yakınsın
Unutma
yagmurun yağdığı kadar ıslaksın
Güneşin seni
ısıttığı kadar sıcak.
Kendini
yalnız hissetiğin kadar yalnızsın
Ve güçlü
hissettiğin kadar güçlü.
Kendini
güzel hissettiğin kadar güzelsin..
İşte budur
hayat!
İşte budur
yaşamak bunu hatırladığın kadar yaşarsın
Bunu
unuttuğunda aldığın her nefes kadar üşürsün
Ve
karşındakini unuttuğun kadar çabuk unutulursun
Çiçek
sulandığı kadar güzeldir
Kuşlar
ötebildiği kadar sevimli
Bebek
ağladığı kadar bebektir
Ve herşeyi
öğrendiğin kadar bilirsin bunu da öğren,
Sevdiğin
kadar sevilirsin…
CAN YÜCEL
BAĞLANMAYACAKSIN
bağlanmayacaksın
bir şeye, öyle körü körüne.
“o olmazsa
yaşayamam.” demeyeceksin.
demeyeceksin
işte.
yaşarsın çünkü.
öyle beylik
laflar etmeye gerek yok ki.
çok
sevmeyeceksin mesela. o daha az severse kırılırsın.
ve zaten
genellikle o daha az sever seni,
senin onu
sevdiğinden.
çok
sevmezsen, çok acımazsın.
çok
sahiplenmeyince, çok ait de olmazsın hem.
hatta elini ayağını
bile çok sahiplenmeyeceksin.
senin
değillermiş gibi davranacaksın.
hem hiçbir
şeyin olmazsa, kaybetmekten de
korkmazsın.
onlarsız da
yaşayabilirmişsin gibi davranacaksın.
çok eşyan
olmayacak mesela evinde.
paldır
küldür yürüyebileceksin.
ille de bir
şeyleri sahipleneceksen,
çatıların
gökyüzüyle birleştiği yerleri sahipleneceksin.
gökyüzünü
sahipleneceksin,
güneşi, ayı,
yıldızları…
mesela kuzey
yıldızı, senin yıldızın olacak.
“o benim.”
diyeceksin.
mutlaka sana
ait olmasın istiyorsan birşeylerin…
mesela
gökkuşağı senin olacak.
ille de bir
şeye ait olacaksan, renklere ait
olacaksın.
mesela
turuncuya, yada pembeye.
ya da
cennete ait olacaksın.
çok
sahiplenmeden, çok ait olmadan yaşayacaksın.
hem her an
avuçlarından kayıp gidecekmiş gibi, hem
de hep senin
kalacakmış gibi hayat.
ilişik
yaşayacaksın. ucundan tutarak…
can yücel
Yorumlar
Yorum Gönder