Ölmeden Önce Okunması Gereken Unutulmaz Şiirler 2
ANLATAMIYORUM
Ağlasam sesimi duyar
mısınız,
Mısralarımda;
Dokunabilir misiniz,
Göz yaşlarıma,
ellerinizle?
Bilmezdim şarkıların bu
kadar güzel,
Kelimelerinse
kifayetsiz olduğunu
Bu derde düşmeden önce.
Bir yer var, biliyorum;
Her şeyi söylemek
mümkün;
Epeyce yaklaşmışım,
duyuyorum;
Anlatamıyorum
ORHAN VELİ KANIK
BEKLENEN
Ne hasta bekler sabahı,
Ne taze ölüyü mezar.
Ne de şeytan, bir
günahı,
Seni beklediğim kadar.
Geçti istemem gelmeni,
Yokluğunda buldum seni;
Bırak vehmimde gölgeni,
Gelme, artık neye
yarar?
NECİP FAZIL KISAKÜREK
KALDIRIMLAR
Sokaktayım, kimsesiz
bir sokak ortasında;
Yürüyorum, arkama
bakmadan yürüyorum.
Yolumun karanlığa
saplanan noktasında,
Sanki beni bekleyen bir
hayal görüyorum.
Kara gökler kül rengi
bulutlarla kapanık;
Evlerin bacasını
kolluyor yıldırımlar.
İn cin uykuda, yalnız
iki yoldaş uyanık.
Biri benim, biri de
serseri kaldırımlar.
İçimde damla damla bir
korku birikiyor;
Sanıyorum, her sokak
başını kesmiş devler…
Üstüme camlarını, hep
simsiyah, dikiyor;
Gözüne mil çekilmiş bir
ama gibi evler.
Kaldırımlar, çilekeş
yalnızların annesi;
Kaldırımlar, içimde
yaşamış bir insandır.
Kaldırımlar, duyulur,
ses kesilince sesi;
Kaldırımlar, içimde kıvrılan
bir lisandır.
Bana düşmez can vermek,
yumuşak bir kucakta;
Ben bu kaldırımların
emzirdiği çocuğum!
Aman, sabah olmasın, bu
karanlık sokakta;
Bu karanlık sokakta
bitmesin yolculuğum!
Ben gideyim, yol
gitsin, ben gideyim, yol gitsin;
İki yanımdan aksın, bir
sel gibi fenerler.
Tak, tak, ayak sesimi
aç köpekler işitsin;
Yolumun zafer takı,
gölgeden taş kemerler.
Ne sabahı göreyim, ne
sabah görüneyim;
Gündüzler size kalsın,
verin karanlıkları!
Islak bir yorgan gibi,
sımsıkı bürüneyim;
Örtün, üstüme örtün,
serin karanlıkları.
Uzanıverse gövdem,
taşlara boydan boya;
Alsa buz gibi taşlar
alnımdan bu ateşi.
Dalıp, sokaklar kadar
esrarlı bir kuyuya,
Ölse, kaldırımların
kara sevdalı eşi..
NECİP FAZIL KISAKÜREK
VATAN
HAİNİ
Ağustos 29, 2009
“Nâzım Hikmet vatan
hainliğine devam ediyor hâlâ.
Amerikan
emperyalizminin yarı sömürgesiyiz, dedi Hikmet.
Nâzım Hikmet vatan
hainliğine devam ediyor hâlâ.”
Bir Ankara gazetesinde
çıktı bunlar, üç sütun üstüne, kapkara haykıran puntolarla,
bir Ankara gazetesinde,
fotoğrafı yanında Amiral Vilyamson’un
66 santimetre karede
gülüyor, ağzı kulaklarında, Amerikan amirali
Amerika, bütçemize 120
milyon lira hibe etti, 120 milyon lira.
“Amerikan
emperyalizminin yarı sömürgesiyiz, dedi Hikmet
Nâzım Hikmet vatan
hainliğine devam ediyor hâlâ.”
Evet, vatan hainiyim,
siz vatanperverseniz, siz yurtseverseniz, ben yurt
hainiyim, ben vatan
hainiyim.
Vatan çiftliklerinizse,
kasalarınızın ve çek
defterlerinizin içindekilerse vatan,
vatan, şose boylarında
gebermekse açlıktan,
vatan, soğukta it gibi
titremek ve sıtmadan kıvranmaksa yazın,
fabrikalarınızda al
kanımızı içmekse vatan,
vatan tırnaklarıysa
ağalarınızın,
vatan, mızraklı
ilmühalse, vatan, polis copuysa,
ödeneklerinizse,
maaşlarınızsa vatan,
vatan, Amerikan üsleri,
Amerikan bombası, Amerikan donanması topuysa,
vatan, kurtulmamaksa
kokmuş karanlığımızdan,
ben vatan hainiyim.
Yazın üç sütun üstüne
kapkara haykıran puntolarla :
Nâzım Hikmet vatan
hainliğine devam ediyor hâlâ.
NAZIM HİKMET
PİRAYE
İÇİN YAZILMIŞ 21-22 ŞİİRLERİ
Kitap okurum:
içinde sen varsın,
şarkı dinlerim:
içinde sen.
Oturdum ekmeğimi yerim:
karşımda sen oturursun,
çalışırım:
karşımda sen.
Sen ki, her yerde
“hâzırı nâzır”ımsın,
konuşamayız seninle,
duyamayız sesini
birbirimizin:
sen benim sekiz yıldır
dul karımsın…
23 Eylül 1945
O şimdi ne yapıyor
şu anda, şimdi, şimdi?
Evde mi, sokakta mı,
çalışıyor mu, uzanmış
mı, ayakta mı?
Kolunu kaldırmış
olabilir,
– hey gülüm,
beyaz, kalın bileğini
nasıl da çırçıplak eder bu hareketi…
O şimdi ne yapıyor,
şu anda, şimdi, şimdi?
Belki dizinde bir kedi
yavrusu var,
okşuyor.
Belki de yürüyordur,
adımını atmak üzredir,
– her kara günümde onu
bana tıpış tıpış getiren
sevgili, canımın içi
ayaklar!..
Ve ne düşünüyor
beni mi?
Yoksa
ne bileyim
fasulyanın neden bir
türlü pişmediğini mi?
Yahut, insanların
çoğunun
neden böyle bedbaht
olduğunu mu?
O şimdi ne düşünüyor,
şu anda, şimdi,
şimdi?..
24 Eylül 1945
En güzel deniz:
henüz gidilmemiş
olandır.
En güzel çocuk:
henüz büyümedi.
En güzel günlerimiz:
henüz yaşamadıklarımız.
Ve sana söylemek
istediğim en güzel söz:
henüz söylememiş
olduğum sözdür…
30 Eylül 1945
Seni düşünmek güzel şey
ümitli şey
dünyanın en güzel
sesinden en güzel
şarkıyı dinlemek gibi
bir şey.
Fakat artık ümit
yetmiyor bana,
ben artık şarkı
dinlemek değil
şarkı söylemek
istiyorum…
1 Ekim 1945
Dağın üstünde:
akşam güneşiyle yüklü
olan bir bulut var
dağın üstünde.
Bugün de:
sensiz, yani yarı
yarıya dünyasız geçti
bugün de.
Birazdan açar
kırmızı kırmızı:
gecesefeları birazdan
açar kırmızı kırmızı.
Taşır havamızda sessiz,
cesur kanatlar
vatandan ayrılığa
benzeyen ayrılığımızı…
6 Ekim 1945
Bulutlar geçiyor:
haberlerle yüklü, ağır.
Buruşuyor hâlâ gelmeyen
mektup avucumda.
Yürek kirpiklerin
ucunda uzayıp giden toprak uğurlanır.
Benim bağırasım gelir:
-“Pîrâye, Pîrâye!..” diye
NAZIM HİKMET
KARIMA
MEKTUP
11-11-1933
Bursa
Hapishanesi
Bir tanem!
Son mektubunda:
‘Başım sızlıyor yüreğim
sersem! ‘ diyorsun.
‘Seni asarlarsa seni
kaybedersem;
diyorsun;
‘yaşıyamam! ‘
Yaşarsın karıcığım,
kara bir duman gibi
dağılır hatıram rüzgarda; yaşarsın kalbimin
kızıl saçlı bacısı
en fazla bir yıl sürer
yirminci asırlılarda
ölüm acısı.
Ölüm
bir ipte sallanan bir
ölü.
Bu ölüme bir türlü
razı olmuyor gönlüm.
Fakat
emin ol ki sevgilim;
zavallı bir çingenenin
kıllı, siyah bir
örümceğe benzeyen eli
geçirecekse eğer
ipi boğazıma,
mavi gözlerimde korkuyu
görmek için
boşuna bakacaklar
Nazıma!
Ben,
alaca karanlığında son
sabahımın
dostlarımı ve seni
göreceğim,
ve yalnız
yarı kalmış bir
şarkının acısını
toprağa götüreceğim…
Karım benim!
İyi yürekli
altın renkli,
gözleri baldan tatlı
arım benim:
ne diye yazdım sana
istendiğini idamımın,
daha dava ilk adımında
ve bir şalgam gibi
koparmıyorlar
kellesini adamın.
Haydi bunlara boş ver.
Bunlar uzak bir
ihtimal.
Paran varsa eğer
bana fanila bir don al,
tuttu bacağımın siyatik
ağrısı,
Ve unutma ki
daima iyi şeyler
düşünmeli
bir mahpusun karısı.
NAZIM HİKMET
BEN
İÇERİ DÜŞTÜĞÜMDEN BERİ
ben iceri düstügümden
beri güneşin etrafında on kere döndü dünya.
ona sorarsanız : “lafı
bile edilmez, mikroskobik bir zaman.”
bana sorarsanız : “on
senesi ömrümün.”
bir kur$un kalemim
vardı ben içeri düştügüm sene.
bir haftada yaza yaza tükeniverdi.
ona sorarsanız: “bütün
bir hayat.”
bana sorarsanız : “adam
sen de, bir iki hafta.”
katillikten yatan
osman,
ben içeri düştügümden
beri,
yedi buçuğu doldurup
çıktı,
dolaştı dışarlarda bir
vakit,
sonra kaçakçılıktan
tekrar düştü içeri,
altı ayı doldurup çıktı
tekrar,
dün mektup geldi,
evlenmiş,
bir çocuğu doğacakmı$
baharda.
şimdi on yaşına bastı,
ben içeri düştüğüm
sene, ana rahmine düşen çocuklar.
ve o yılın titrek,
ince, uzun bacaklı tayları,
rahat , geniş sağrılı
birer kısrak oldular çoktan.
fakat zeytin fidanları
hala fidan, hala çocuktur.
yeni meydanlar açılmış
uzaktaki şehrimde ben içeri düştüğümden beri.
ve bizim hane halkı
bilmediğim bir sokakta görmediğim bir evde oturuyor.
pamuk gibiydi,
bembeyazdı ekmek
ben içeri düştüğüm
sene.
sonra vesikaya bindi,
bizim burda,içerde,
birbirini vurdu millet
yumruk kadar, simsiyah
bir tayın için.
şimdi serbestledi yine,
fakat esmer ve tatsız.
ben içeri düştüğüm sene
ikincisi başlamamıştı henüz.
daşav kampında fırınlar
yakılmamış,
atom bombası
atılmamıştı hiroşima’ya.
bogazlanan bir cocugun
kanı gibi aktı zaman.
sonra kapandı resmen o
fasıl,
şimdi üçüncüden
bahsediyor amerikan doları.
fakat gün ı$ıdı her
$eye rağmen ben içeri düştüğümden beri.
ve “karanlığın
kenarından onlar ağır ellerini kaldırımlara basıp doğruldular” yarı yarıya…
ben içeri düştüğümden
beri güneşin etrafında on kere döndü dünya.
ve aynı ihtirasla
tekrar ediyorum yine,
ben içeri düştügüm sene
onlar için yazdığımı :
“onlar ki toprakta
karınca, suda balık, havada ku$ kadar çokturlar,
korkak,cesur, cahil,
hâkim ve çocukturlar,
ve kahreden yaratan ki
onlardır, şarkılarımda yalnız onların maceraları vardır.”
ve gayrısı, mesela
benim on sene yatmam, lâfü güzaf.
NAZIM HİKMET
HAPİSTE
YATACAK OLANA BAZI ÖĞÜTLER
Dünyadan,
memleketinden, insandan
umudum kesik değil diye
İpe çekilmeyip de
Atılırsan içeriye,
Yatarsan on yıl, on beş
yıl
Daha da yatacağından
başka,
‘Sallansaydım ipin
ucunda
Bir bayrak gibi keşke”
Demiyeceksin,
Yaşamakta ayak
direyeceksin.
Belki bahtiyarlık
değildir artık,
Boynunun borcudur
fakat,
Düşmana inat
Bir gün fazla yaşamak.
İçerde bir tarafınla
yapayalnız kalabilirsin,K
Kuyunun dibindeki taş
gibi.
Fakat öbür tarafın
Dünyanın kalabalığına
Öylesine karışmalı ki,
Sen ürpermelisin
içerde,
Dışarda kırk günlük
yerde yaprak kımıldasa.
İçerde mektup beklemek,
Yanık türküler söylemek
bir de,
Bir de gözünü tavena
dikip sabahlamak
Tatlıdır ama
tehlikelidir.
Tıraştan tıraşa yüzüne
bak,
Unut yaşını
Koru kendini bitten,
Bir de bahar
akşamlarından;
Bir de ekmeği
Son lokmasına dek
yemeği,
Bir de ağız dolusu
gülmeyi unutma hiçbir zaman.
Bir de kimbilir,
Sevdiğin kadın sevmez
olur,
Ufak bir iş deme,
Yemyeşil bir dal
kırılmış gibi gelir,
İçerdeki adama.
İçerde gülü, bahçeyi
düşünmek fena,
Dağları, deryaları
düşünmek iyi.
Durup dinlenmeden
yazmayı,
Bir de dokumacılığı
tavsiye ederim sana,
Bir de ayna dökmeyi.
Yani içerde onyıl, on
beş yıl,
Daha da fazla hatta
Geçirilmez değil,
Geçirilir,
Kararmasın yeter ki
Sol memenin altındaki
cevahir!
NAZIM HİKMET
DÜNYANIN
EN TUHAF MAKLUKU
Akrep gibisin kardeşim,
korkak bir karanlık
içindesin akrep gibi.
Serçe gibisin kardeşim,
serçenin telaşı içindesin.
Midye gibisin kardeşim,
midye gibi kapalı,
rahat.
Ve sönmüş bir yanardağ
ağzı gibi korkunçsun, kardeşim.
Bir değil,
beş değil,
yüz milyonlarlasın
maalesef.
Koyun gibisin kardeşim,
gocuklu celep
kaldırınca sopasını
sürüye katılıverirsin
hemen
ve âdeta mağrur,
koşarsın salhaneye.
Dünyanın en tuhaf
mahlukusun yani,
hani şu derya içre olup
deryayı bilmiyen
balıktan da tuhaf.
Ve bu dünyada, bu zulüm
senin sayende.
Ve açsak, yorgunsak,
alkan içindeysek eğer
ve hâlâ şarabımızı
vermek için üzüm gibi eziliyorsak
kabahat senin,
— demeğe de dilim
varmıyor ama —
kabahatın çoğu senin,
canım kardeşim!
Nazım Hikmet
JAPON BALIKÇISI
Denizde bir bulutun öldürdüğü
Japon balıkçısı genç bir adamdı.
Dostlarından dinledim bu türküyü
Pasifikte sapsarı bir akşamdı.
Balık tuttuk yiyen
ölür.
Elimize değen ölür,
Bu gemi bir kara tabut,
Lumbarından giren ölür.
Balık tuttuk yiyen ölür
Birden değil ağır ağır,
Etleri çürür dağılır.
Balık tuttuk yiyen
ölür.
Elimize değen ölür,
Tuzla güneşle yıkanan
Bu vefalı, bu çalışkan
Elimize değen ölür.
Birden değil ağır ağır
Etleri çürür, dağılır,
Elimize değen ölür…
Badem gözlüm beni unut,
Bu gemi bir kara tabut,
Lumbarından giren ölür.
Üstümüzden geçti bulut.
Badem gözlüm beni unut
Boynuma sarılma gülüm,
Benden sana geçer ölüm
Badem gözlüm beni unut.
Bu gemi bir kara tabut.
Badem gözlüm beni unut.
Çürük yumurtadan çürük
Benden yapacağın çocuk.
Bu gemi bir kara tabut
Bu deniz bir ölü deniz.
İnsanlar ey,
nerdesiniz?
Nerdesiniz?
Yorumlar
Yorum Gönder